Evrende yalnız olmayabiliriz

Print Friendly, PDF & Email

Yeni yedi gezegen nerede bulundu? Güneş sisteminden farkı nedir?

Bu yedi gezegen bize 39 ışık yılı mesafede başka bir yıldız sistemi olan TRAPPIST-1 adlı ultra soğuk cüce bir yıldızın çevresinde bulundu. Aslında büyüklüğü Jüpiter boyutlarında çok küçük bir yıldız. Hatta bir karşılaştırma yaparsak, Güneş’imiz basketbol topu büyüklüğünde ise TRAPPIST-1 ancak bir golf topu büyüklüğünde. Dolayısıyla da yeni gezegenler yıldıza çok yakın bulunmuş oldu. Bulunan bu yedi gezegenin üçü yani E, F, G gezegenleri, yıldızından uzaklığı bakımından yaşama uygun bölge denen bir bölgede bulunuyor. Bu bölgenin en dikkat çekici özelliği, burada suyun sıvı olduğu tahmin ediliyor. Gezegenlerin birbirlerine olan uzaklıkları da çok yüksek değil, yani sadece birkaç Dünya-Ay mesafesinde ve dolayısıyla da yıldızının çevresinde dolanma süreleri de çok kısa yani en yakını sadece bir buçuk günde dolanırken en uzağı da 20 günde dolanıyor.

Bu gezegenlerin şu anki halleri nasıl? NASA’nın paylaştığı görseller tahmini. Gerçek görüntülere ne zaman ulaşılabilecek?

NASA’nın basın konferansında bu gezegenlerin sanki oraya kadar gidilmiş, fotoğrafları çekilmiş izlenimi verilen çok güzel görüntüleri vardı. Bunlar elbette hayal ürünü. Çünkü şu anda elimizde olan veriler, onların varlığı ve bazı temel sayılardan ibaret, yani büyüklüğü, kütlesi, yıldıza yakınlığı, dönme hızı vs. Şu anda nasıl olduklarını gelecekteki büyük teleskoplardan daha iyi anlayabileceğiz. Ama basına verilenler gibi güzel fotoğraflara yine de bir gün ulaşabileceğimize emin değilim; çünkü çok uzaktalar ve teleskopların büyütme gücü de bir yere kadar.

Gezegenlerde su bulunmasının önemi nedir?

Henüz dünya dışında hiçbir yerde yaşam bulamadığımız için bir yaşamı bugün biz su ile t anımlıyoruz desek yanlış olmaz. Çünkü hayat olan her şeyde suya rastlıyoruz. Örneğin bizim vücudumuzun da %50 ile %65’i arası sudan oluşuyor diye biliyoruz. O halde bir kriter oluşturduk, yaşamı ararken önce suyu takip edelim diyoruz. Bir yerde su varsa ya da daha doğrusu sıvı su varsa orada yaşam aramak mantıklı.

Yeni gezegenlerin bilinen gezegenlerden farkı nedir? Gezegenlerin kütle ve yarıçaplarının Dünya ile benzerlik göstermesi ne anlam ifade ediyor?

Aslında burada bir tanımı tekrarlamakta fayda var. Uluslararası Astronomi Birliği’nin kararlaştırdığı tanıma göre biz bir gez egeni Güneş’in çevresinde dönen belli büyüklükteki cisimler olarak tanımlıyoruz. Yani teknik olarak “Evrende sadece sekiz gezegen var” desek yanlış olmaz. Biz diğer yıldızların çevresinde dolanan gezegenlere de ‘ötegezegen’ diyoruz. Şu anda bu yeni ötegezegenler hakkında bildiklerimiz de büyüklük olarak Dünya’ya benzedikleri ve katı bir yüzeye sahip olma olasılığı. Çünkü bugüne kadar bulduğumuz birçok gezegen Jüpiter gibi dev gaz gez egenler olabiliyor, öyle olunca buralarda bir yaşam araştırma olasılığımız olmuyor.

“Gezegenler Dünya’nın başlangıcına benziyor”dan ne anlamalıyız? Yeni dünyalar mı olacak?

Güneş sisteminin belli bir oluşma süreci var. Yıldızlar ve gezegenler aslında benzer bir oluşma süreci yaşıyorlar. Gezegenlerin yaşı çok önemli, örneğin bizim Dünya’mız dört buçuk milyar yıl yaşında ama yaşamın tam olarak ne zaman belirdiği hakkında farklı sayılar veriyoruz şu anda. O bakımdan daha ye ni oluşmuş, yarım milyar yaşında bir gezegen belki yaşam barındırmıyor olabilir ama bunlar tamamen spekülasyon. Bu soruya en mantıklı cevapları sanırım başka bir gezegende ilk yaşamı bulduktan sonra verebileceğiz. Çünkü şu anda sadece Dünya üzerinden konuşabiliyoruz.

Evrende yalnız mıyız?

Sanırım astronominin, bilimin, felsefenin, dinin en büyük sorularından birisi de bu olsa gerek. Bilmiyoruz ama var olabileceğini tahmin ediyoruz. Bunu ben de böyle düşünüyorum, çünkü Carl Sagan’ın dediği gibi evrende iki trilyon galaksi var ve her galakside 100 milyar yıldız olsa, her yıldızın çevresinde en az bir gezegen olsa ama sadece Dünya’da yaşam olsa çok bencilce bir düşünce olurdu. Evet ben de “Bencil olmamamız lazım” diyorum. Şu anda bir yaşam var mı diye araştırmak üzere birçok dev teleskop inşa ediliyor. Bunlar birçok ülkenin birleştiği konsorsiyumlar, dolayısıyla çok büyük mühendislik ve bilim projeleri. Keşke Türkiye de bunlara katılsa diye umut ediyorum.

Yaşam için bu gezegenlerde nelerin bulunması yeterli olacak?

Dünya’daki fiziksel yaşam çok kompleks kimyasal reaksiyonların ürünü. Aynı reaksiyonlar başka gezegenlerde de aynı şekilde gerçekleşebilir mi, bunun cevabını sanırım kimse bilmiyor.

Bilim insanları bu gezegenlerde ne bulmayı amaçlıyor?

Aslında aranılan sadece tek bir gezegen değil. Şu anda gezegen avcıları diye birçok gruplar var. En büyük gezegen avcısı Kepler isminde bir uzay teleskobu. Bugüne kadar binlerce gezegen buldu ve hâlâ teyit edilmemiş adaylar var. Bu adaylar da farklı teleskoplardan takip gözlemleri yapılarak yeniden tespit edilmeye çalışılıyor ve farklı enstrümanları olan teleskoplarla da farklı bilgiler öğrenebiliyoruz.

Çalışmalar bundan sonra nasıl devam edecek?

Özellikle bu takımın başarısı çok önemli oldu. Çünkü bundan sonra planladıkları şey, benzer büyüklükte olan soğuk yıldızları araştırmak idi ve bu amaçla SPECULOOS isimli bir proje önermişlerdi. Bu proje ile bin kadar soğuk yıldızın çevresinde bu şekilde ötegezegenler var mı diye araştırma yapacaklar. Öte yandan Hubble ve yeni bitmek üzere olan teleskoplarla yapılacak gözlemler ile de atmosferleri hakkında çok daha detaylı bilgilere ulaşabileceğiz.

Yaşam bulma çalışmalarında öncelik Mars mı olacak yoksa yeni gezegenler mi?

Aslında ikisi de aynı anda ilerliyor. Bazı astronomlar başka yıldızların çevresinde Dünya benzeri gezegen ararken, bazı gezegen bilimciler de Mars’ta, Jüpiter’in uydusu Europa’da ya da Satürn’ün uydusu Enceladus’ta yaşam var mı diye araştırıyorlar. Hangisi önce bulur bilemem ama birisinin en kısa zamanda bulmasını özlemle bekliyoruz.

Birden çok gezegende yaşamak mümkün olabilecek mi?

Hayalimiz bu, madem Ay’a gideli tam 48 sene oldu, bu saate kadar başka gezegenler örneğin en ideal Mars’a bir insanı göndermiş olmamız gerekiyordu. Hatta 1969’da ilk insan Ay’a çıktıktan sonra birkaç gün sonraki gazetelere arşivden bakarsanız, 1980’lerde ilk insanın Mars’a inmesi şeklinde planların başladığını görüyoruz. Keşke bu planlar gerçekleşseydi de biz doğmadan Mars’a gidilmiş olsaydı. Belki şu anda çok daha farklı problemlerle uğraşıyor olacaktık. Ama umudu kaybetmemek lazım. Ben bizim yaşam dönemimiz içinde Mars’a ilk insanın gideceğine inanıyorum ama oralarda uzun süreli koloniyi biz görebilir miyiz, ona emin değilim.

Türkiye’nin bu tür uzay çalışmalarındaki konumu nedir?

Türkiye’nin eksikliklerinden birisi bir uzay politikasının olmaması. Yani kişilere ya da partilere göre değişmeyecek bir politikanın yazılması gerekiyor. Uzay projeleri uzun projelerdir, hemen sonuç alamazsınız. Kimi uzay aracının inşaatı beş yıl sürer, kimisinin 10 yıl sürer, kimisi daha uzun. Bu tür projelerde çalışacak insanlar da projenin devam edeceğini bilmeliler. NASA, ESA ya da başka uzay ajanslarında da birçok yabancı profesyonel çalışır, bu tür insanları çekebilmek için bu garantinin olması gerekiyor. Örneğin iki sene sonra fırlatılacağını bildiğimiz bir uzay aracının inşaatı için beş yıl çalışsak ve sonra proje iptal olsa birçok kişiye hayal kırıklığı olur. O nedenle bu garanti olmadan yabancı profesyonelleri ülkeye çekmek zor olur. Ayrıca Türkiye’nin büyük bir uzay hedefi olmalı. Yani örneğin, aynı 1961’de ABD’nin “Ay’a insan göndereceğiz” hedefi gibi büyük bir hedef olmalı ve o hedefe doğru yürünmeli. Şu anda ikisini de göremiyorum, keşke görsek ve birçok uzay profesyonelini ülkemize çekebilsek.

(Türkiye’de İktidar – Nisan 2017)